Nasıl da büyük umutlar koymuşlardı önümüze..
Türkiye, Gelişmiş 20 ülke arasında ilk 10’a yerleşecekti.
Türk Lirası, Dolar ve Avro kadar hatırlı ve güçlü bir para birimi haline gelecek, uluslar arası alış-verişlerde lira dönemi başlatılacaktı.
Genç nüfus ve coğrafi cazibesi sayesinde Türkiye, Avrupa Birliği’nin en hatırlı ülkesi olacaktı.
Güçlü Ordumuzla, dosta güven, düşmana kabus yaşatacaktık.
Avrupa’nın gıptayla baktığı altyapısı güçlü modern kentler oluşturacaktı belediyelerimiz.
Her şey ama her şey insana dair planlanacaktı.
Seçme ve seçilme yaşını 18’e indirerek Dünyanın en dinamik, en kültürlü, en genç meclisi, başka parlamentoların hayal bile edemedikleri kararları hayata geçirecekti.
Örnek Demokrasi, en Çağdaşından Hukuk sayesinde Yabancı Sermaye kapımızda yatırım yapmak için nöbet tutacaktı.
Kişi başına Milli Gelirde 40 bin Dolar Barajını aşarak, İçviçre, İsveç gibi ülkelerden akın akın insanlar, Türk Vatandaşı olmak için konsolosluklarımızın kapısında kuyruklar oluşturacaktı.
Dünyanın en çağdaş eğitim modelini hayata geçirerek, Hans ve Helga Türkiye’de eğitim görmek için adeta yalvaracaklardı.
Geliştirilen devasa sağlık merkezleri sayesinde, başı, dişi ağrıyan her Avrupalı uçağa atladığı gibi soluğu ülkemizde alacak, binlerce dolar para bırakıp sağlığına kavuşmuş olarak ülkesine dönecekti.
Demokrasi Merdiveninin ilk basamağı muhtarlıklar olacaktı. Yerinde yönetim anlayışı ile yerel yönetimler güçlendirilecek, yerinde hizmet anlayışı zirveye çıkacaktı.
Kışın Uludağ, Erciyes, Palandöken ve tüm kayak merkezlerindeki tesislerde rezervasyonlar erkenden tamamlanacak kış turizminin kalbi ülkemizde atacaktı. Yazın ise zaten tarih turizmi, doğa turizmi, deniz ve güneş turizmi sayesinde turizm gelirlerinde dünyanın önde geleni olacaktık.
Türk Pasaportu, dünyanın en saygın belgesi olacak, dünyanın her ülkesine vizesiz seyahat edebilecektik.
Yaylalarımız, dağlarımız, akarsularımız, zeytinliklerimize gözümüz gibi bakacak Avrupa’ya, Asya’ya ve hatta Afrika’ya adeta oksijen ihraç edecektik.
Başta komşularımız olmak üzere dünyanın hiçbir ülkesinde, bizimkilerin bilgisi ve onayı olmadan yaprak kımıldamayacak, kuş uçmayacaktı.
Devasa tarım alanlarından, hububat ve her türlü sebze meyveyi taze taze satacaktık dünyaya. Hem de en organiğinden. Bütün dünyanın canlı hayvan ve et söz konusu olduğunda kapısını çalacağı ülke haline gelecek, Hollandalıyı bile kıskandıracaktık.
Ülkenin her yanında robotik teknolojinin kullanılacağı, 24 saat üretim yapan, ama ışıkları bile yanmayan fabrikalar açacaktık. Bilişimde parmakla gösterilen ülke olacaktık.
Bütün bunların gerçekleşmesi için ise önümüze bir tarih koymuştu, memleket büyükleri.
Yani iktidarın 20. Yılında bunların hepsi tamamdı.
Oysa 2003 yılında Asgari ücret 318 lira, çeyrek altın 22 lira idi. Yani Asgari ücretli tam 14.45 adet çeyrek altın alabiliyordu.
2020 yılının Ekiminde Asgari ücret 2 bin324 lira. Çeyrek altın ise 700 lira. Yani bir asgari ücret tam 3.3 altın ediyor.
Benim altın ile işim olmaz, maaşımı altın ile mi alıyorum diyenlere bir başka örnek;
2003 yılı Ekim ayında 1 dolar 1 lira 04 kuruştu. Sıfırları atılmış Türk Lirasına göre.
Şimdi, yani 20 Ekim 2020’de 1 dolar 7 lira 88 kuruş.
Tamam maaşımı dolarla mı alıyorum diyenlere bir başka örnek,
2003 yılında bir kilo ekmek için 125 kuruş ödüyorduk fırına. Yeni 200 gram ekmek 25 kuruştu.
2020 Ekiminde 1 kilo ekmek ortalama 8 lira.
200 gram Ekmek fiyatı ise bazı kentlerde 1,5, bazı kentlerde 20 lira.
Ha bir de Sayın Devlet Bahçeli'nin başlattığı askıda ekmek kampanyası var. Ekmekleri ağaca asıyorlar ve ülkenin ekmeğe muhtaçlık halini bu şekilde ilan ediyorlar ya..
Diğer başlıklarda ülkenin halini ve kendi halini ise kendin hesapla.
Yani hayaller Paris, gerçekler ise Buenos Aires..