Türk Lirası dolar karşısında tarihin en ağır yenilgilerini üst üste almaya devam ederken, ‘Ben o tarafa bakmıyorum’ diyerek ekonomi tarihine adını yazdırmayı başaran, Hazine ve Maliye Bakanımız, nihayet gelen büyük yıkımı görmüş olacak ki, çıktı ve konuştu;
Ne mi dedi?
“ Rekabetçi kur (ne demekse) ile ihracatı pandemi öncesi seviyeye getirdik. Küresel şirketlerin Türkiye gibi, şoklara dirençli, güvenilir ortaklara ihtiyacı var. Türkiye ekonomisi, bir dönüm noktasında. Yeni bir sermaye yatırım dalgası ufukta belirdi..”
Yani demek istiyor ki Sayın Bakan.
“Paramız pul oldu.
Yabancı yatırımcı bir deste dolarla gelip istediği alanda yatırım yapacak.
Nasılsa işgücü de sudan ucuz.
Türkiye yatırımcı cenneti olacak.”
Sayın bakan bu açıklamayı yaptığı saatlerde dolar 8 lira 03 kuruştan 8 lira 19 kuruşa fırlamıştı.
Ben bu satırları yazarken ise 8 lira 26 kuruştu.
Neden mi?
Sayın Bakanın beklentisi bir hayalden ibaret de ondan.
97 yıl önce yoktan var edilen ve Cumhuriyetle taçlandırılan bir ülkede, inşa edilen Cumhuriyet, Demokrasi gibi kavramlar tartışmalı hale getirildi ise o ülkeye, milyonlarca dolar kazanacağını bilse bile yabancı yatırımcı gelmez.
Yabancı yatırımcı istikrar arar gideceği ülkede.
Hukukun üstünlüğü arar, adaletin eşit dağıtıldığını görmek ister.
Demokrasi arar, insan hak ve hürriyetlerinin tam olarak uygulanıp uygulanmadığına bakar yabancı yatırımcı.
Yabancı yatırımcı parasını koyacağı ülkede, yarının ne olacağını bilmek, görmek ister.
Yabancı yatırımcı, yatırım yapacağı ülkedeki şirketlerin devlete iş yapacaklarında sözleşmelerine, “Uyuşmazlık halinde, ihtilafın çözümü için İngiliz mahkemeleri yetkilidir” ibaresi koyuyorsa kaçacak delik arar o ülkeden.
Huzur arar, huzur.
Niteliksiz, eğitimsiz ucuz işgücü değil, ufku olan, iyi eğitim görmüş, dünyadaki gelişmeleri iyi okuyan nitelikli insan gücü arar, gireceği ülkede.
Yani eğer elde kalan tek silah ‘yabancı yatırımcı’ ise vay halimize..
Hala geç değil.
Akılların başa alınması dönemidir.
Cumhuriyet Bayramı vesile edilerek kurulmalıdır, “Türkiye Masası” hemen bu gün.
Çok bilmişlik taslamak yerine, Türkiye için söyleyecek sözü olanlar çağrılmalıdır o masanın etrafına.
Yargıdan başlanmalı hem de.
Sonra, sonra da ülke yönetiminin hangi noktasında olursa olsun, iktidarların icraatlarının denetlenmesinin önü açılmalıdır.
Anayasa Mahkemesi’ne kafa tutan yerel yargı mekanizmasının paslı dişlileri temizlenmelidir.
Demokratik yapımız üzerindeki kara bulutlar dağıtılmalı, kurulacak o masadan önce Türk Milletine, sonra Dünya’ya birlik ve beraberlik fotoğrafı verilmelidir.
“Türkiye” olmalıdır ortak payda.
Bağımsızlık, demokrasi olmalıdır olmazsa olmazı o masanın vereceği mesajın.
Satarak, savarak değil, üreterek, fırsat eşitliği sağlandığı takdirde sonuç alınacağı anlatılmalıdır millete ve yabancıya.
Gazi Mustafa Kemal’in çizdiği yol yeniden bakıma alınmalı, bu yoldu kurulan tuzaklar, açılan çukurlar elden geçirilmelidir.
Eğitim kurumlarımızın üzerinde oluşan ve Türkiye Cumhuriyetinden önce Osmanlı ve Selçuklu gibi iki medeniyeti batıran, insanlığa hiçbir yararı olmayan ‘Tarikat, takke, zaviye’ gibi yapıların oluşturduğu kara bulutlar dağıtılmalı, “Fikri Hür, İrfanı Hür, Vicdanı Hür” bir nesil için engeller ortadan kaldırılmalıdır.
Zira, Türkiye bir süredir karanlık bir tünele sokulmuş ve hep bize ‘Bakın ilerde ışık var’ denilmiştir.
Ama o ışığın, üzerimize gelen Emperyalizmin Kara Treni olduğunu artık görmemiz gerekmektedir.
Umarım, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı, toplumun özlemi olan, yukarıda sıraladığım uygulamalara geçişin ilk adımı olur.