Emperyalizm, onursuzca bir ülkeden kovulduğu zaman oturur uzun zamanlı plan yapar ve o ülkeyi yeniden nasıl sömürgeleştireceğinin hazırlıklarını yürütür.
Onun içinde, öncelikle pençesine aldığı ülkeyi istikrarı mumla arar hale getirir.
Ekonomisi ile oynar.
Gelenekleri ile oynar.
Değerleri ile oynar.
Dış ilişkilerinde onu zayıf bırakır.
Cehaleti taltif eder, bilinçsiz kitleler oluşturmak için eğitim sistemini çökertir.
Kurumlarını tek tek ele geçirir.
Ülkeyi sürekli sıkıntıya sokacak örgütlenmeler sağlar ya da bu amaçla kurulmuş örgütlenmeleri el altından finanse eder.
Gün gelir, o ülkenin yönetimini teslim alır ve hem sömürür hem de o ülkeyi ileri karakol haline getirir.
Bu anlamda Cumhuriyet öncesi yıllara baktığımızda İngiliz ve Fransız yayılmacılığının Osmanlının son dönemlerinde, geleceğimize nasıl hükmeder hale geldiklerini görürüz.
Kurulan hükümetlerde Maliye Bakanlığından tutun da Genelkurmay Başkanlığı makamları bile onlara tahsisli idi ve onlar kimi istedilerse o isimler göreve getirildi. Sonunda borçlana borçlana çıkmaza giren yönetim İstanbul’un anahtarını İngilizlere teslim etmek zorunda kaldı.
Bu dönemde ayağa kalkan Milli Ruh, Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde Samsun’dan yakılan bağımsızlık meşalesi ile Anadolu topraklarını aydınlattı ve İngilize, Fransıza, Yunana, İtalyana kafa tuttu, savaş cephesinde kazanılan zaferleri Lozan’da masada da kabul ettirerek Türkiye Cumhuriyeti’nin Bağımsızlık Senedi’ni dünyaya tescil ettirdi.
Biz sandık ki, emperyalizm ve Demokrasi Soslu Kapitalizm yenilgiyi kabullenmiş artık bu kutsal vatan topraklarından elini eteğini çekmiştir.
Hayır öyle olmadı.
1950 sonrası bizi sistemli olarak borçlandırmaya, beyinleri yanına çekmeye başladı bu yayılmacı ruh.
Köy Enstitüsü Modelini ortadan kaldırttılar yönetenlere.
Çünkü aydınlık beyinler yetişiyordu bu eğitim kurumlarında.
İktidarın Bakanları, “Türkiyeyi küçük Amerika yapacağız” söylemleri ile kitlelere emperyalizmi sevdirdiler ve karşılığında inanılmaz ekonomik destekler sağladılar.
Askeri anlamda ne istediysek verdiler, silah sanayi kurmamızın önüne geçtiler.
Teknolojik olarak ne istediysek verdiler, teknolojik olarak gelişmemizin önüne geçtiler.
Sonra da üs istediler, kurdular.
Olmaz dediğimiz her konuda karşımıza, “borcunu öde” silahı ile çıktılar.
Sonra bu ülkeyi istikrarsızlaştırma süreci başlatıldı, Emperyalizmin kontrolünde.
Asala ile başladı ülkemize karşı silahlı eylemler.
Hristiyan Dünyasının Türkiye nefretini körüklemesi için İki Soytarı’ya Papa’yı kurşunlattılar.
Sağ-Sol kavramını geliştirerek kardeşi kardeşe kırdırdılar.
Acı olan birbirine silah sıkan bu güruhun iki kanadı da bağımsız Türkiye diyordu.
Her sabah her vilayetten cinayet haberleri uyandık.
Meclisteki dinamiklerini devreye sokup Parlamentoyu çalışamaz hale getirdiler.
Millet Huzuru mumla arar hale gelmişti adeta. Can güvenliğimiz kalmamıştı, sokakta yürümek için.
İşte tam 42 yıl önce bu sabah “Size huzur getirdim” diyen Kenan Evren’in sesini duyduk radyolardan.
Her şeye rağmen ayakta tuttuğumuz Demokrasi’nin cenaze Namazına davet ediyordu bizi adeta.
Ama Millet olarak alkışladık, destek verdik.
Kenan Evren Cuntası’nın uluslararası alanda yaptığı ilk icraatlardan biri, Yunanistan’ın Nato’nun Askeri Kanadına yeniden Kabul edilmesine onay vermek oldu. Çünkü Evren ve arkadaşlarına, ‘Bizim çocuklar’ diyen ABD öyle istiyordu
İkinci yaptığı ise, Cumhuriyet Tarihi Boyunca toprak altında tutulan dinci yapılanmaların gün yüzüne çıkmasına imkan sağlamak.
Zira, yeniden demokrasiye geçilince emperyalizmin yeni bir oyuncağa ve istikrarsızlık yaratacak yapılanmalara ihtiyacı olacaktı.
Turgut Özal’ı iktidar yaparak demokrasiye sahip çıktığını gösteren Türk Milleti ilk kez Özal Hükümetleri döneminde duydu ve öğrendi Tarikat denen zehirli sarmaşığı.
Tarikatların holdingleştiği süreçleri izledik o günden bu yana.
Özal Hükümeti döneminde tanıştık Asala’nın yerini alan PKK Terörü ile.
Tam 40 yıldır din motifli ihanet yapıları bir tarafa çekti ülkeyi, bölücü motifli ihanet örgütleri öte tarafa.
Her ikisinin de finansörü aynı idi.
Böylece asıl fotoğrafı göstermemeyi başardılar Türk Milletine.
Geldiğimiz noktada ABD’ye yüzümüzü dönüyoruz, Rusya enerji ve Turizm silahının ucunu gösteriyor.
Rusya’ya dönüyoruz, Trump ‘Ahmaklık etme” diye ülkenin Cumhurbaşkanına Hakaret Mektupları gönderebiliyor.
Kenan Evren ve arkadaşlarının onayı ile Nato’nun askeri kanadına alınan Yunanistan Ege’den sonra Akdeniz’de de Türkiye’yi devre dışı bırakacak plan ve projeler ile, Avrupa ve Arap Dünyasını yanına çekip bizi tek başımıza bırakabiliyor.
Bizimki ise, şarkıdan öğrendiği nakararatı tekrar ederek, "Bir gece anızın gelebiliriz" diyip duruyor.
Efendi onlar geleli çok oldu,
Lozan ile silahsızlandırılan 20 tane ada ve adacıkta Yunan birlikleri konuşlandırıldı ve "Sen gelmez oldun" şarkısını söylüyor Yunanlı Politikacılar.
Sonuç;
Hasta Adam Osmanlıyı silah sıkmadan ele geçiren, topraklarını pay eden ama Türk Milleti’nin kararlı duruşuna yenik düşen Emperyalizm, yenilginin acısını yeni bir Hasta Adam yaratarak alıyor, almaya çalışıyor.
Çözüm;
‘Bağımsızlık benim karakterimdir..’ diyen kurucu iradenin bize çizdiği rotayı yeniden önümüze koyup, Cumhuriyetin, Laik Demokratik Parlamenter Sistemin, bağımsız yargının inşasını sağlamak, her türlü manda ve himayeyi elimizin tersi ile reddetmektir.
Kısacası bağımsızlık ateşini yeniden yakmak, başka ülkelerin içişlerinden uzak durmak, vekalet savaşlarına alet olmamaktır.
Bu yazıdan çıkan ana fikir ise;
12 Eylül, Emperyalizmin bu güzel ülkem için hazırladığı 100 yıllık yok etme planının sadece ve sadece bir köşe taşıdır.. Biz her gün 12 Eylülleri yaşıyoruz, Emperyalizm yeni Kenan Evren’ler yaratıyor ve farklı kılıklarda içimize sokuyor, ama biz farkında değiliz.