Son seçimlerde bazı illerdeki Belediye Başkanlığı koltuğuna oturan isimlerin, sosyal belediyecilik anlayışına hep destek vermiş, Kayseri Belediyelerine yönelik eleştirilerimde, Ankara ve İstanbul’u örnek göstermişimdir.
Ama siyaset söz konusu olunca durum değişiyor, anlayış değişiyor, tablo değişiyor demek ki.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Karadeniz Gezisine bir grup gazeteci ile gitti.
İçlerinden özellikle bir tanesi, bu güne kadar izlediği zikzaklar yüzünden hayli tepki gördü.
Murat Ongun denen adam çıkıp, “300-500 tepki paylaşımı oldu, normaldir” dedi.
Ekrem İmamoğlu çıktı, hem de Denizlerin anma etkinliğinde “Bir fotoğraf üzerinden kurban etmeye çalışan insanlar olabilir, Vız gelir tırıs gider. Başkalarının değirmenine su taşıdıklarının farkında olmayanlar da olabilir. Ama bu kardeşiniz için vız gelir tırıs gider, hiç önemli değil” dedi.
Baktı, tepkilerin dozu artarak devam ediyor, ikinci bir açıklama yaptı, “Elbette davet edeceğim onları. Bizi tanısınlar. Mesela ilk gezime bu kez de Abdülkadir Selvi’yi davet edeceğim. İlk günden bu yana beni genel başkanımla kavga ettirmeye çalışıyor..” deyiverdi.
Bak Ekrem efendi;
Seni de temsil ettiğin yapıyı da onlar çok iyi biliyor ve tanıyor. Onlar, kendilerine verilen bir misyonu ayakta tutmakla görevli birer taşerondur. Yani senin sandığın gibi gazeteci değildir. Onların bu milletin, bu halkın gözünde pul kadar değerleri, bu milletin bu halkın da onların gözünde hiçbir değeri yoktur ve ağzınla kuş tutsan onlara yaranamazsın. Yaranabilmen için, onların sahiplerinin onlara verdiklerinden bir fazlasını vereceksin. Diyelim ki verdin, o zaman o adamların zincirini elinde tutan ağababalarından ne farkın kalır ki.
Eğer Nagehan Alçı’dan seni övecek bir yazı okursam bilesin ki, onun ve onun gibilerinin zincirini elinde tutanlardan bir farkın yoktur ve o zaman niye muhtemel adaylığında sana bu millet destek versin ki?
O ve onun gibilerin, kaç dürüst, namuslu insanın hayatını kararttığından haberin var mı?
Onların kendilerine özgü bir fikri, dünya görüşü, bakış açısı olduğunu mu sanıyorsun?
17 yılımı verdiğim Hürriyet, Simavi’lerin bu ülkeye kazandırdığı bağımsız yayın organlarının şimdiki haline bir bak.
Geneli ile yereli ile Türk Basını işgal altındadır.
Kayseri’den örnek vereyim, basın-yayın kurumlarının kapısında artık taksimetre takılı ve iki cümlelik demeçten tutun da, 30 dakikalık canlı yayına çıkmak için tarife üzerinden bedel ödemek zorundasın.
E kardeşim, madem Bağımsız Gazetecilik adına bedel ödeyenleri değil, zincirinin uzunluğunu sahibinin belirlediği müsveddeleri bindireceksen otobüsüne, uçağına, ne farkın kaldı ki bu günkü iktidarın kaptanlarından?
O nedenle, o fotoğrafa gösterilen tepki, vız gelir tırıs giderin ötesinde anlam içermeli senin için.
O fotoğrafa gösterilen tepki, yaratılan algı hakimiyetine gösterilen tepkidir.
O fotoğrafa gösterilen tepki, yaşanan sıkıntıları gözlerden kaçırıp, Cambaza Bak senaryosu uyduran ve bunu yıllardır gazetecilik olarak sunan anlayışa duyulan tepkidir.
O Fotoğrafa gösterilen tepki, dürüst, namuslu, mesleğinin onurunu onuru bilen insanlara yaşatılan cehennem azabına gösterilen tepkidir.
Ha diyorsan ki, “Ne gerek var canım, 3 kuruş fazlasını verir bunları bizim kapıya bağlarım, şimdiye kadar Fetullah Gülen ve bu günkü hakim iradeyi Aziz yapanlarla yoluma devam ederim..”
O zaman da yol yakınken partinden istifa et, iktidar partisine kayıt yaptır. İnan kırmızı halılarla karşılarlar seni.
Ama yok eğer, istikametin Atatürk Devrimleri, istikametin Çağdaş Parlamenter Sistem, istikametin fikir ve düşünce hürriyeti, istikametin bağımsız yargı, istikametin çoğulcu demokrasi ise, o zaman da “Bu görüntü için özür dilerim. Yanlıştı, erkendi, eleştirileri saygı ile karşılıyorum” deme olgunluğunu, seni İstanbul’un başına oturtanlardan ve gönlünde sana yer açan milletten esirgeme.
Zira bu millet bu güne kadar ne çekti ise, kafa tutan değil palto tutan, zinciri sahibinin elinde sözde kalemlerden çekti.
Yani bir kez daha neden olduğun fotoğrafın kitleler üzerinde yarattığı hayal kırıklığını hesapla ve yol yakınken özür dile..