YAĞMALANMIŞ BİR COĞRAFYA
Dostlar farkında değil misiniz?
Devletin omurgası çatırdıyor.
Millet ise paramparça.
Toplumun, devletin omurgasını oluşturan kurumlara güven, yerlerde sürünüyor.
Kutsal addediğimiz kurumlarda bile tarikat-siyaset ikilisi at koşturur hale geldi.
Eğer önce kendimizi, sonra devletin omurgasını dış etkilerden arındırıp yeniden ‘Güvenilir Kurumlar’ haline getirmezsek, korkarım faturası çok ağır olacak, kaldıramayacağımız dayatmalar bundan sonra da ardı ardına gelecek.
O nedenle, Milli ve Kutsal ne varsa, kirlenmişlikten kurtarıp yeniden dini ve milli değerler haline getirmekle başlamalıyız işe.
Mesela;
Adaleti Siyasetten, Yüce Dinimizi tarikat ve cemaat belasından, Türk Milli Eğitimini Cehalet Kıskacından, Türk Silahlı Kuvvetlerini içine düşürüldüğü tüm olumsuzluklardan, Camilerimizi seçim ofisi olmaktan kurtarmakla başlamalıyız işe.
Sonra diğer kurumlarla devam etmeliyiz.
Mesela Milletin yaşadığı ekonomik ve sosyal sorunları, bir takım gerçekdışı rakamlarla perdeleyen TÜIK’i.
Can çekişen ekonomik verileri bile bize, “Bak hala nefes alıyor, aspirin verdik, bişeyciği kalmaz” cümleleri ile yutturmaya çalışan ekonomi yönetimini.
Cumhuriyet öncesi, Osmanlı Döneminde yapılan anlaşmaları bile “Lozan’da hezimet” diye yutturmaya çalışan hariciye yönetimini.
Gazetecilerin sordukları sıradan sorulara bile tahammül edemez hale gelen ve hakaret üretme merkezine dönüştürülen dahiliye yönetimini.
Pandemi sürecindeki rakamları bile makyajlayarak sunan ve Covit19’un köylere kadar ulaşmasına zemin hazırlayan Sağlık Yönetimini.
“Öğretmen maaşlarının yüksek olması yatırım yapmamızı engelliyor” diyerek eğitimdeki çıkmazların faturasını öğretmene çıkaran Eğitim Yönetimini.
Ülkeyi, samanı ve soğanı bile ithal eder hale getirdiğini görmezden gelerek “Tarım’da dünya lideriyiz” diye millete maval okuyan Tarım Yönetimini..
Yol yaptırıyoruz diye, ülkenin mevcut ve gelecekteki kaynaklarını 5 şirketin büyümesi ve geleceğine harcayan, yeryüzündeki başarısızlığını ise, “Uzayda inanılmaz çalışmalar yapıyoruz” cümlesine gizleyen Bayındırlık ve İskan Yönetimini.
Çıkardığı, ‘Kamu yararına çalışma’ komedisi ile, tüm illerde partiden gelen işsizleri, üretime hiçbir katkısı olmayan alanlarda maaşa bağlayan İşkur yönetimini.
Her il ve neredeyse ilçeye cezaevleri inşa ederek ülke ekonomisine! inanılmaz katkılar koyan! Adalet yönetimini.
Ülkenin en stratejik gereksinimi olan enerji işini il il özel sektöre açan, yüzde 70’lere varan kaçak elektrik kullanımının faturasını ise vatandaşın omuzlarına yükleyen enerji yönetimini.
Ömründe bir gün bile Bağkurlu olarak işe gitmeden, adına geçmişte satılan 1 romörk buğday makbuzu ile çiftçi kabul edilen ve emekli edilenlerle, kurumu iflas noktasına getiren SGK yönetimini.
Haklarında onca şaibe olmasına rağmen, hatırlı makamlara oturtulan, elçilikler verilen Egemen Bağış gibi, Şaban Dişli gibi isimleri hala himayesinde tutan Merkez Yönetimini.
Seçildiği kentine değil, kendine ve avanesine çalışan ve yaptıkları artık gizlenemez noktalara ulaşan vurgunlara imza atan yerel yöneticileri.
Sorgulamak ve arınma sürecine dahil olmalarına katkı koymak zorundayız.
Bakınız bu satırları karalarken Dolar 9 liraya koşarken, Avro 10 lirayı çoktan aştı.
Yani ülke olarak, yani millet olarak, yani aile olarak, yani fert olarak dünden daha fakiriz, dünden daha karamsarız.
Sadece ekonomik yönden değil, her alanda sıkıntılarımız artık üzeri örtülemez noktalara geldi.
Tek bir dost ülke kalmadı, bırakmadık. Efelenmeyi dış politika bildiğimizden.
Cumhuriyetin bütün birikimlerini, tesislerini, kaynaklarını satıp savdık.
İşi, ehil olanların elinden alarak, Cehaleti hayatın her alanına yerleştirdik.
Yabancı Dili olanları hainlikle yaftalarken, Yalancı Dili olanları baş tacı yaptık.
Bunun sonucu olarak, düne göre daha fakiriz diyeceğim ama öyle de değil.
Zira Türkiye fakir bir ülke değil, Emperyalistler ve yerli işbirlikçilerince yağmalanmış bir coğrafya parçasıdır.
Yağmalanmış coğrafyaya ise fakir demek, hırsızı aklamak olur.