Zordur iyi olmak..
Hele ki iyi kalmak, iyi olmaktan daha zordur şu ikiyüzlü çoğunluğun yaşadığı toplum yapısında..
10. Köy’ün Mimarı Bekir Coşkun, uzun zamandır yaşadığı amansız hastalığa yenik düştü.
Bir kalem daha yetim, bir kalem daha öksüz kaldı.
Hem de 10. Köy’ün sakinleri bu kadar çoğalmışken.
Camiamıza başsağlığı diliyorum.
Ama sadece, doğruları için 9 köyden kovulup 10. Köye yerleşenlerine.
Diğerleri, “Oh be yüzümüze tükürecek biri daha gitti” diye bayram ediyorlardır çünkü.
Öyle ki, cenazelerin bile parasal güce göre değerlendirildiği bir süreç yaşıyoruz sevgili dostlar.
Fetözedeler-Fetözadeler kitabımı okuyanlar bilir.
Açık açık adını, soyadını vererek “Fetö’nün Kayseri’de palazlanmasını sağlayan adam” dediğim zat öldü iki gün önce.
Malum Medyamız ölüm haberini, “Hayırsever İşadamı” başlıkları ile verdi.
Oysa bu adam, Fetö yapılanmasının Kayseri’ye yerleştiği 80’li, 90’lı yıllarda bol bol tapu toplayın bu yapının okullaşmasına, dersaneler açmasına büyük katkıları olan bir zattı.
Gözaltı yaşadı, soruşturmaya uğradı.
“Ben bu kahbavratlının böyle biri olduğunu bilmiyordum” dedi ve hakkında beraat kararı verildi.
Kendisini ifadeden dolayı kınayanlara ise, “Zaten hoca bekar merak etmeyin, ben olmayan avradına sövdüm” mazeretine sığındı.
Bir başkası, getirildiği havuz medyasının başında iken, kurumun sekreteri ile işi pişirmiş, sekreterle birbirine karşı masalardan yazışıyorlar.
Sekreter bir ara ekranı kapatmadan tuvalete gidince kurumun çalışanları yazışmaları gördüler. Ne mi oldu. Yaşına başına bakıp özür dilemesi gereken bu kişi, yazışmaları görüp üzerine konuşan bayan çalışanların tamamını o anda kovup, kapıya koydu.
Her biri pırıl pırıl ekmeğinin peşinde koşan bu genç kardeşlerimin tamamı hayatta.
Haklarını helal ettiler mi bilmiyorum ama bu zat da Coronaya kurban gitti.
Yine methiyeler, yine yağcılık yine yalakalık kokan beyanatlar, demeçler. Hemi de Ankaralardan cenazeye gelen bazı Memleket Büyükleri tarafından dökülen timsah gözyaşları.
Bir başka isim.
Mesleğe başladığım yıllarda sergilediği sendikal mücadelede tanıdım onu.
Tahir Horoz.
Kriz döneminde işverenle masaya otururken bile, önce çarkların dönmesinin güvencesini isteyen.
Zira biliyordu ki, üretim olmazsa işçi de olmaz, sendikada..
Ama normal önemlerde de çalışanın üç kuruş fazla alması için mücadele eden bir portre.
Maalesef, Covit19 belası onu da aramızdan aldı.
60 yıldan fazla sendikacılık ve sendika başkanlığı her babayiğidin yapabileceği bir şey değil,
Kendisine dokunamadı, Fetöcü yapı belki ama..
Çocuklarına dünyayı dar ettiler.
Yani sevgili dostlar;
Ölümün her köşe başında pusuda olduğu şu dönemde vermelisiniz kararınızı..
Ya fırıldak gibi dönecek, bu sayede dönecek köşe bırakmayacak ve “Hayırsever, Mümtaz insan” nutukları ile yolcu edileceksiniz.
Ya da 9 köyden kovularak 10. Köye yerleşecek, onurunuzla, başınız dik yaşayacak ve başınız dik gideceksiniz öte tarafa.
Sonrası mı?
Şairin dediği gibi;
“Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.
Hasan beyin vurdurduğu
ırgat Osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit Ayşe öbür yanımda.
Yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
öyle gibi de görünüyor,
Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...”