Kamu kuruluşunda çalışıyordu..
Namuslu, bir akşamcıydı.
Derdalan, daha sonra Harman’ın en sadık müdavimlerindendi.
Ta ki, 2002 yılı sonlarına kadar.
Baktı, buralara giden müdavimler fişlenmeye başlandı.
Artık, her akşam uğrayıp gazeteye sardırırdı yarımlığı, gece dibini bulmadan da yatmazdı.
Allah var, işini hakkıyla yapan bir memurdu.
Dostluğumuz uzun yıllara dayandığı için adını vermeyeceğim.
Ama, emekli olduktan sonra pek görüşemez olmuştuk.
Kay-Tv’de görev yaptığım yıllar.
Bir gün neşeli bir yüzle, akşam saatinde ziyaretime geldi.
“Bu gün bizi mülakata çağırmışlardı, AKP’den …… Kasabasına Belediye Başkan Adayı oldum. Yarın da açıklanacak adım” dedi.
Önce tebrik ettim, sonra da “Şaşırmadım desem yalan olur, nasıl oldu” diye sordum.
Gülümsedi, gömleğinin ön düğmelerini çözerek koynundan 20x30 ebadında bir fotoğraf çıkardı.
“Kim bu” dedim, başladı anlatmaya;
“Dedem olur, yaşadığı dönemde bölgede hatırlı bir din adamıydı. Bu gün mülakata onun fotoğrafı ile gittim ve ‘…….. Hocanın torunuyum’ demem yetti” dedi.
Söyledikleri doğruydu, ertesi gün partinin adayı olarak adı açıklandı, seçildi ve şimdi mahalle olan o kasabada yanılmıyorsam bir dönem belediye başkanlığı da yaptı.
Bir başka portre..
Yine atar-yatar taifesinden.
Belediyelere ve resmi kurumlara küçük çaplı onarım işleri yaparak hayatını idame ettiren bir kişilik.
Kapadokya’nın müdavimlerinden.
Ama bir dayısı var ki ne dayı..
Etkili ve mürit sayısı yüksek bir tarikatın Kayseri Halifesi.
Camilere yapılan çimento, demir bağışlarından tırtıklananlarla kendisine muhteşem bir de villa yaptırıldı ve hediye edildi.
Seçilmişi, atanmışı herkes kapısında el, pençe-divan.
Ama yeğenin hayatı hayat değil.
O nedenle dayı pek sevmez kendisini.
Zira alkol desen var, çapkınlık desen Kayseri’nin önde gelenlerinden!
Yani, dayının hidayete erdiremediklerinden.
Tabii, camiada adı yayılınca girdiği küçük çaplı onarım ihalelerinde, en uygun teklifi vermesine rağmen, iş alamaz hale geldi.
Bir yıldan fazla zamandır, tek bir ihale verilmedi kendisine.
Çaresiz, dayıyı ziyarete gitti.
Bir süre sohbet ettikten sonra dayı sordu;
“İşlerin nasıl..”
Kötü dese, dayı zırnık koklatmayacak, bunu biliyor.
“Çok iyi dayı, Allah razı olsun, belediye başkanı ufak tefek işler veriyor, yapıyoruz ve geçimimizi sağlıyoruz” dedi.
Ziyaret biterken de, uyanık müteahhit dayısına ricasını iletiyor;
“Dayı, rica etsem başkanı arayıp, bana sağladığı iş desteği için teşekkür eder misin?”
Dayı telefonu kaldırıyor, “……….. Başkan, bizim yeğeni kollayıp gözetiyorsun, Allah razı olsun” diyor ve kapatıyor.
Yeğen daha kapıdan çıkmadan belediyeden telefon geliyor, “Başkan sizi bekliyor..” diye.
Başkanın bekleme odasında bile bekletilmeden derhal içeri alınıyor ve kendisine, uzunca bir kaldırımın işi veriliyor..”
Yani demem o ki, sevgili dostlar..
Günümüzde belediyelerde ve kamuda liyakatin ilk esası, “Nur yüzlü bir dede fotoğrafı ya da hatırlı bir tarikatın Halifesi dayıya sahip olmak ya da partiden hamili karta sahip olmaktan” geçiyor..
Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan, en tepeden en yerele kadar kamuya yerleştirilen liyakat yerine ‘Biat’ kültürüne isyandır.
Mesele Melih Bulu değildir.
Mesele, partiye kayıtsız şartsız biat etmişlerle, partiden pırtmaya hazırlananların, bilgisine, kültürüne, ehliyetine bakılmadan banka yönetim kurullarına, üniversite rektörlüklerine, yazı tura akademisyenliklere doldurulması meselesidir.
Mesele, Ak Sakallı, nur yüzlü dedesi olmayan çifte diplomalıların adam yerine bile konulmayışıdır.